GALATASARAY – DENİZLİ
Kupa maçlarında hemen hemen her ülkede yaşanan bir olgu vardır. Tek maçlı eliminasyon olduğundan karşındaki rakibin adı, sanı, hangi ligden olduğu ve sıralamadaki yerinin önemi yoktur. Yeter ki o gün tüm takım ve özellikle de kaleci gününde olsun. Hele ki bir de karşında son vuruşları beyni ile yapmayan, laubali ve bencil bir oyuncu gurubu varsa.
Bir takımı takım yapan oyuncuların isimleri, cisimleri değil, oynadıkları oyundur, asisttir, yardımlaşmadır, takım olarak hissetmektir. Oyun aklı antrenmanda verilecek bir şey olsaydı yer oyuncu yıldız olurdu. Sadece maç kaydını izlerken bile insan biraz kendini eğitir. Tamam genç oyuncular ve damarlarında deli kan var ama ya beyinleri?
Fernando Muslera öne çıkan bir çok özelliği ile uzun yıllar Galatasaray’ın kalesini korudu. Bu dönem boyunca sakatlık ya da cezalı olması hariç hemen hemen hiç bir maçta yedek olmadı, sürekli oynadı ve biz bir rüyada idik. Neden çünkü kalecimiz güven veriyor kolay gol yemiyor ve hatta bir iki tane şampiyonluk için onun sayesinde bile diyebiliriz. Ama bu dönemde yaşanan fiyasko onun yerine kaleye geçen oyuncuların yaptıklarını görünce anlaşıldı. Sen nasıl bir kalecisin ki sürekli yedek kalmayı kendine layık bulup Muslera’dan daha iyi olmak için çalışmıyorsun? Muslera da geldiğinde genç denilebilecek bir yaşta idi, aynı antrenörler ile birlikte çalışıldığına göre o kendini geliştiriyor da sen olduğun yerde kalıyorsan sorun sende demektir. Burada antrenörler için de şöyle bir eleştiri getirilebilir, rakibi ile rekabet etmeyen veya yetersiz kalan bir kaleciyi yıllarca takımda neden tuttunuz?
Dün akşam karşı karşıya pozisyonlar, bir metreden vurulan şutlar ve ikinci takip topları dahil acayip topları çıkaran, bir maçta 18 kurtarış yapıp üzerine bir penaltı kurtarıp bir de penaltı atan ve hayatının maçını oynayan bir Denizli kalecisi Abdulkadir vardı koskoca Galatasaray’ın karşısında. Dağ fare doğurdu derler ya dün aynen böyle oldu.