KURU-PİLAV
Kuru fasulye ve pilav kısaca kuru-pilav Türk mutfağının sadece karın doyurmayan aynı zamanda ruhu da doyuran lezzetlerindendir. Ne lüks sofralarda doğmuştur, ne de şatafatlı tabaklarda yer bulur. Ama her Türk’ün hafızasında, mutfağında, hatta kalbinde bir yeri vardır. Bu ikili esnaf lokantalarının en çok satan yemeğidir.
🏺 Bir Tarih: Fasulyenin ve Pirincin Buluşması
Pirincin hikâyesi Orta Asya’dan, Türklerin at yurtlarından gelir. Fasulye ise çok uzaklardan, Amerika kıtasından Osmanlı topraklarına ulaşmıştır. 16. yüzyıldan itibaren Anadolu’da kök salan bu iki malzeme, yavaş yavaş halkın sofrasında buluşur. Pirincin saflığıyla, fasulyenin alçakgönüllü doygunluğu birleşir ortaya Türk mutfağının en dengeli, en sade ama en sevilen ikilisi çıkar: kuru fasulye ve pilav.

🍲 Saraydan Sokağa, Sıradanlıktan Klasikliğe
Osmanlı saray mutfağında zerde, kuş üzümlü pilav, bademli et yemekleri revaçtayken, şehrin arka sokaklarında kaynayan büyük kazanlarda fasulyeler pişiyordu. Esnaf lokantaları, askeri ocaklar, hanlar ve medreseler… Hepsinde aynı menü: “Kuru fasulye, pilav, turşu.” Basit ama doyurucu, mütevazı ama sofraya yakışıklı. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde bu ikili artık ulusal yemek haline geldi. Devlet dairelerinde, öğrenci yurtlarında, askeriyede nerede bir toplu yemek varsa orada kuru-pilav vardı. Bir nevi “birlik menüsü” oldu; herkesin eşit olduğu bir sofra sembolü.
🏠 Bir Koku, Bir Hafıza
Kuru fasulye pişerken mutfağı saran o tanıdık koku… Çocukluğunda okuldan geldiğinde annenin mutfağından yükselen buhar. Bir tabak pilavın üstüne dökülen sulu kuru, yanında birkaç dilim turşu… O an, dünyadaki en sade mutluluklardan biridir. Kuru fasulye-pilav sadece bir yemek değil; bir hatıradır. Askerde yenmiş bir tabak, öğrenci evinde paylaşılmış son yemek, ya da iş çıkışı esnaf lokantasında “Bugün de kuru yiyelim mi?” cümlesidir.
🍛 Neden Bu Kadar Klasik?
Çünkü basitlikte ustalık vardır. Fasulyenin yumuşaklığıyla pirincin tanesi bir araya geldiğinde, ne fazla süslü, ne de yavan bir şey ortaya çıkar tam kıvamında hayat gibi. Bu ikili, Türk sofrasının ruhunu anlatır:
Paylaşmayı, çünkü hep büyük tencerelerde pişer. Tevazuyu, çünkü gösterişsizdir. Birliği, çünkü her sınıftan insan aynı lezzette buluşur.

🧄 Yanında Olmazsa Olmazlar
Kuru-pilav tek başına yeterlidir ama yanına birkaç dostu ister:
Bir dilim turşu, bir kâse cacık ya da sade bir soğan. O zaman sofra tamam olur, sohbet açılır, hayatın temposu yavaşlar. Çünkü bu yemek aceleye gelmez tıpkı güzel hatıralar gibi. Kimisi etli, kimisi sucuk veya pastırmalı kimisi de sade yapar ama uzun süre pişmesi hatta biraz fazla pişmesi daha lezzet bile verir. Eskiden hayat bu kadar pahalı bile olsa bazı yiyecekler daha ucuz kalırdı ama ne yazık ki artık her şey ateş pahası ve fakirin ekmeği olan bir şey de neredeyse kalmadı. Ne olursa olsun arada bir kuru-pilav biraz da turşu…













